3 Ekim 2010 Pazar

İşin Özü Sıcak Para

Geride bıraktığımız şu son 1 hafta içinde ekonomi de yaşanan gelişmeler sıcak paranın Türkiye için önemini oldukça açık bir biçimde bizlere sunmaktadır. Bu yazımda Başbakanın gazeteciler ve medya yöneticileriyle yaptığı görüşmeden başlayarak kur üzerine gelişmeleri sizlere sunmak istiyorum. Öncelikle görüşmenin sonrasında üzerinde durulan en önemli söylemlerden bir tanesi sanırım Başbakanın '' Güçlü TL benim şahsi meselem '' olmuştur. Değerli TL den dolayı uluslararası piyasada rekabetini kaybettiğini söyleyen ihracatçıların, bu tavır üzerine düşüncelerini tahmin etmek zor olmasa gerek. Devamında hafta başında Başbakana çıkan ihracatçılar, buradan da eli boş döndüler. Ne var ki, aldıkları tek olumlu yanıt faiz indirimine yönelik tavsiyedir diye düşünüyorum çünkü dünya da en yüksek faiz ödeyen ülkelerden biriyiz. Ama bunun da imkanı sıcak paraya olan bağlılıktan dolayı mümkün görünmemektedir. Faiz indirimde kısa vade de yapılan küçük ayarlamalar ise göstermelik olmaktan öteye geçemez. Bunun dışında rekabeti arttırıcı önlemler arasında girdi maliyetlerinde azalımlar ve özel vergi indirimleri gibi seçeneklerde bulunuyor. Peki bunlar ne kadar etkili? Burası biraz tartışmalı çünkü birincil olarak girdi maliyetleri azalımı ithal ara malı ve hammadde bağımlılığı ortamında ağırlıklı olarak TL nin değerlenmesi ile olabilir ancak bunun uygulanması rekabet isteğine tamı tamına zıttır. Gelelim özel vergi indirimlerine. Bu önerinin uygulaması da devletin ödemeler dengesinde açıkların meydana gelmesine ve faturanın büyük olasılıkla çalışan kesime dolaylı vergiler yoluyla kesilmesi veya reel ücretlerin düşürülmesiyle mümkün olacaktır. Bu ise düşük olan talebi daha da azaltıp, kısa vadeli yatırımı kesintiye uğratarak faiz oranlarının aşağı çekilmesini getirir. Tabi ucu bunun sonucunda büyümenin ana kanalı olan sıcak paraya dokunur ve dışarı kaçmasına neden olabilir. İhracatçılar tarafından yapılan bu baskılar ve şikayetler Merkez Bankasının uyguladığı para politikasında tabi ki etkisini göstermektedir. Bu noktada Merkez Bankasının bağımsız bir aktör olduğu da tartışma yaratacak niteliktedir. Bu hafta Merkez Bankası'nın uyguladığı iki politika, yapılan baskılara direnemediğinin bir kanıtını bize sunmaktadır. Fakat bu noktada bir de şöyle bir soru daha aklıma geliyor: Kullandığı para politikası araçlarının ihracatçılara bir faydası var mı? Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle şu iki gelişmeye bakalım. Birincisi; Merkez Bankası 29 Eylül günü uzun süredir ihracatçılarında isteği olan rezerv arttırımlarına gitti. İhracat kesimi piyasadan rezerv arttırımları dolayısıyla çekilecek olan dövizin kuru yukarı çekerek rekabet gücünü arttıracağını belirtiyorlardı. Zaten Merkez Bankası uzun süredir günlük döviz alımları yapıyordu. 3 Ağustos tan itibaren de 40 milyon + 40 milyon dolar opsiyonlu olmak üzere 80 milyon dolar döviz alıyor. Bu alımları 100 milyon dolara çıkaran Merkez Bankası ise aslında çok büyük sorunla karşı karşıya kalabilir. Yapmış olduğu alımların bir kısmını kasasında tutan banka bir kısmını da yurtdışında değerlendiriyor. Fakat sorun şu; yurtdışında faiz oranları en yüksek yüzde 3 dolaylarında. Peki yurtiçinde ne kadar faiz oranı sunarak alıyor bu dövizleri: yüzde 7. Artık maliyetlerini ve fiyatlar üzerinde ki etkilerini siz hesap edin. İkinci bir gelişme de munzam karşılık oranlarında ki arttırımlar. (Şunu belirtmek isterim ki BDDK Başkanı Tevfik Bilgin bu arttırımları da gazetelerden öğrenmiş). TL cinsi zorunlu karşılık oranları yüzde 5 ten 5,5 e, döviz cinsi zorunlu karşılık oranları ise yüzde 10 dan 11 e çıkmış bulunuyor. Bir anlamda bankalar kriz döneminde çok kar etti bırakalım biraz da baskıyı onların üzerine yıkalım düşüncesiyle yapılmış gibi duran bu arttırımlar karın ortalama 1 milyar dolar düşmesine neden olacak gibi duruyor. Sürpriz bir şekilde yapılan bu parasal sıkılaştırma operasyonu piyasadan 2,1 milyar TL ve 1,5 milyar dolar çekilmesini getiriyor. Ayrıca bir sürpriz karar da TL zorunlu karşılıklara verilmekte olan yüzde 5 lik oranda ki faizin toptan kaldırılması oldu (Hatırlatalım Fed de bunu uygulamıştı). İşte bu noktaya dikkat çünkü sanki ihracat için yapılmış gibi gözüken ve kuru düşüreceğine inanılan bu uygulama tam tersine faizlerin yükselmesine neden olacaktır. Çünkü bankalar uğrayacakları zararı faiz arttırımları üzerinden yapacaklardır ki sinyalleri de 1 Ekim tarihinde Garanti ve Akbank ın yöneticilerinden gelmiştir. Peki bu faiz arttırımları sonucu nedir: Daha fazla sıcak para akışı. Ayrıca bir detay daha. 2 Ekim de Bankalara TL cinsinden tahvile izin çıktığı duyuruldu. Görülüyor ki her yol sıcak paraya çıkıyor. Büyüme ne yazık ki buna bağımlıdır. Maliyetleri ise hali hazırda şunlardır: 1) Doğrudan gelen yabancı sermaye yatırımları yedi ayda geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 35 e kadar gerilemiştir. 2) Dış ticaret açığı Ocak- Ağustos arasında bir önce ki yılın aynı dönemine göre yüzde 79 dolayında artmış bulunmaktadır. 3) Cari açık ta aynı şekilde artmaktadır. Böyle bir ortamda ise ihracatçı için yapılıyormuş gibi gözüken çoğu şey aslında düşük kur-yüksek faiz politikasına ve sıcak para girişlerine yarıyor. TL değer kazanıyor, ithalat kamçılanıyor. İhracatçı ise hep boşa sallıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder